Tarih

Tarih, Vergi Tarihi, E-Devlet Tarihi

Selimiye Camii'nin Esrarı

Dünyanın en estetik mimari eseri olduğu dünyaca ünlü büyük mimarlarca ifade edilen Selimiye Camii'nin sırları anlatılamayacak kadar çok görünüyor...

Selimiye’nin uzun yıllar boyunca süregelen, kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan hikayeleri günümüze kadar söylene geliyor.

Selimiye Camii'nin Esrarı

Hz. Muhammed’i (S.A.V) rüyasında gören padişah II. Selim, Peygamberin emri üzerine onun rüyada işaret ettiği, bugünkü cami alanının bulunduğu yere bir cami yaptırmaya karar vermiştir.

Selimiye’nin Temel Taşları Hakkında Koca Sinan, ustalık eserimdir, dediği bu yapının inşaatına başlamadan önce, inşaatta kullanacağı bütün taş malzemeyi araziye yerleştirmiş.

İki yıl süresince tonlarca taş zeminin üzerinde beklemiş. İnşaatçıların kullandığı “zeminin oturması” denen bir olay vardır. Sinan da Selimiye’nin zeminini önceden sıkıştırarak,bu şekilde zeminin oturmasını sağlamıştır.

Böylece iş bittikten sonra oluşacak olan çatlama ve kaymaların önüne geçmiştir.

İbni Sina kimdir hayatı



Miladi 980 yılında doğan ibni sina, 1037 yılında 57 yaşında iken öldü.

Ünlü Türk filozofu İbni Sina (Ebu ali el-Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina) Farabi’nin ölümünden otuz yıl sonra , Ağustos 980 tarihinde bugünkü Özbekistan sınırları içerisindeki Buhara şehrinin Afşane köyünde dünyaya gelmiştir ve bütün Ortaçağ Avrupa’sında felsefenin temel taşlarından birisi olarak kabul edilip “Avicenna” ismi ile ün kazanmıştır.

Çocukluk ve Gençlik Yılları

On yaşındayken o devrin klasik eğitimini bitirip (Kur’an ve edebiyat) , geometri , fıkıh (İslam hukuku) , Grek felsefesi ve mantık öğrenir. Hocalarını geride bıraktığından kendi başına teoloji , fizik , matematik ve özellikle tıp çalışır.

Müslüman Bilim Adamlarının Bilinmeyen İlkleri

Yüzyıllar önce Semerkant, Bağdat ve İstanbul'dan Latinceye veya Fransızcaya çevirilen kitaplar ve buluşlar ilk bulan alimler göz ardı edilerek Avrupalı bilim adamları tarafından nasıl sahip çıkıldı?
Dekart, Galile, Kopemik, Newton, Lavoisier, Kepler, Wright Kardeşler, Toriçelli, Kristof Kolomb, Vasco de Gama...

ABD TAM 70 MİLYON KIZILDERİLİYİ KATLETTİ

Dünyada en büyük soykırımı suçlusu Amerika Birleşik Devletleri'dir. Tam yetmiş milyon kızıl deriliyi katl ettiler

ABD TAM 70 MİLYON KIZILDERİLİYİ KATLETTİ

70 milyon insanı gözü kırpmadan, 65 milyon bizonuda sırf kızılderililer yiyor, yemesin aç kalsın diye ÖLDÜREN Bir inanç sistemi Tüm Dünyaya kendini demokrasi havarisi diye tanıtırken, kendisine karşı olan Her İNANCI da terörist olarak yaftalıyor....

KATLEDİLEN KIZILDERİLİLER GÖMÜLÜYORLAR
Tarih boyunca kendisine ait olmayan coğrafyalar üzerinde sayısız savaş ve çatışmanın mimarı olan ABD, kendi kanlı tarihini ve soykırımlarını unutmuş gibi görünüyor. Ama tarih unutmuyor. Bu kanlı tarihin sayfalarını açtığımızda, karşımıza ilk olarak Kızılderili katliamı çıkıyor. Kristof Kolomb’un 1492 tarihindeki keşfinden hemen sonra başlayan Kızılderili katliamı, yerli halkın tabi tutulduğu soykırımın adıdır. O tarihten 1886 yılına kadar süren katliamda, 70 milyon Kızılderili ortadan kaldırıldı.

İlk biyolojik silah

Sıfır rakamını kim buldu?

İslam matematik bilgisinin Batı'ya yayılmasından önce Avrupa kültürü o kadar iptidaidir(ilkeldir) ki,bir rakam sisteminden bile mahrumdur.

Profesör Risler'in "La Civilisation Arabe" adı ile 1955'te yayınlanan eserinin 161-162'nci sayfalarında bir İslam icadı olan sıfırın keşfi işte şöyle izah edilir; "Herhalde hiç tereddüde kapılmadan denilebilirki sıfırın icadı insan ırkının en büyük keşiflerinden biridir."

Aynı eserin 161'nci sayfasında rakam sisteminin en zaruri(zorunlu) esası olan sıfırın bir İslam icadı olduğu da şöyle anlatılır:

"...eski insanlar hep parmaklarıyla sayı saydıkları için, Batı aleminde hesap ilmi İbn-i Ahmed'in sıfırı keşfinden ikiyüz elli yıl sonra sıfır kullanıncaya kadar inkişaf edememiştir(gelişememiştir)."

Profesör E.F.Gautier,1955'te yayınlanan "Moeurs et coutumes des Musulmans" adındaki eserinin 238'inci sayfasında şu kesin hükmünü vermektedir:

2100 tarihinde neler olacak işte tahminler

Yıl 2100...
Geleceğin Fiziği: 2100 Yılına kadar bilim insanoğlunun kaderini ve günlük yaşantımızı nasıl şekillendirecek

"Bugün 1 Ocak 2100, yeni yılın ilk günü varsayın. Sizi nazikçe uyandıran ses "Molly"den geliyor. Molly bir yazılım programı ve bütün gün sizinle birlikte olacak. Gözünüze kontakt lensinizi yerleştirmezseniz bu dünyada size yer yok, çünkü artık 2100'de yaşıyoruz..." New York Şeh...ir Üniversitesi'nde ders veren ünlü fizik kuramcısı Michio Kaku, kendini bilimsel keşiflere adamış 300'den fazla bilimadamıyla yaptığı görüşmelerden faydalanarak yazdığı son kitabında bizi 2100'e götürüyor.

Kırım'ın Elden Çıkması

Kırım'ın Elden Çıkması
Sesli Dinle Altınordu Devleti’nin yer aldığı coğrafyada 1441 yılında kurulduğu kabul edilen Kırım Devleti, Fatih Sultan Mehmed zamanında Osmanlı idaresine girmiştir. Bu dönemde Kırım’da taht mücadeleleri yaşanmaktadır. Gedik Ahmed Paşa’nın duruma el koymasıyla Mengli Giray, han ilân edilmiştir. Bundan sonra Kırım Tatarları, hanlarını kendilerini seçmişler; ancak Osmanlı sultanının tasdikiyle hanlık resmiyet kazanır olmuştur. Kırım Hanlığı, Osmanlı’ya bağlı devletlerden birisi kabul edilmekte ve vergi vermemekteydi; buna karşılık Osmanlı’nın askerî organizasyonlarında yardımcı olmak zorundaydı. Kırım askerleri ilk olarak 2. Bayezid döneminde, 1484 yılında gerçekleştirilen Akkerman Seferi’ne katılmışlardır. Bundan sonra Osmanlı’nın Avrupa ve İran’a karşı düzenlediği seferlerin çoğunda, Kırım atlı birliklerinin en önemli yardımcı güç olduğu görülür.

Alay Beyi Nedir ve Kimlere Denir?

Tımarlı Sipahiler'in Amiri "Alay Beyi"

Osmanlı'da ordunun en önemli ayaklarından biri de sipahi askerleri idi.

Sipahiler ise Alay Beyi tarafından koordine edilen atlı askerler demektir.

İşte bunları açıkladıktan sonra;
Alay beyi, Osmanlı Devleti’nde, sancak adı verilen birimden aşağı kademede yer alan bir bölgedeki bütün tımarlı sipahilerin en büyük amiri.

Alaybeylerine zeamet türünden bir dirlik verilirdi.

Nahiye çeribaşıları ile tımarlı sipahileri de emirlerinde bulunduran alaybeyleri, sefer başlayınca bölgedeki tımar sahiplerini ve onların getirmekle yükümlü olduklan sipahileri toplayarak sancak beyine katılırlardı.

Savaşta, getirdikleri askerlerin başına geçerek beylerbeyinin emrinde olurlardı.

Her eyalet ve sancakta yeterli sayıda alaybeyi bulunurdu. Alaybeylerinin, Divan-ı Hümayun’da birer örnek mühürleri vardı; gönderdikleri arîzalar önce bu mühür örnekleriyle karşılaştırılır sonra işleme konurdu.

Bir Osmanlı Dâhisi ve Mucidi: Takiyüddin-i Rasıd

İlkokullarımızda Osmanlı tarihine dair en çok vurgulanan menfi konuların başında belki de Osmanlıların bilim ve teknoloji konularında ne kadar geri kaldığıdır. Bunun için de dönüp dolaşılıp “matbaanın ne kadar geç girdiği” hikâyesi araya sıkıştırılır.

Matbaanın geç gelip gelmediği konusu, ayrı bir tartışmanın konusu olarak bir kenarda dursun şimdilik. Ancak matbaanın beklenilen (?) tarihten çok sonra gelmiş olması Osmanlıların bilim ve teknolojide ne kadar geri kaldıklarının en çok göze çarpan göstergesidir. Daha doğru ifadeyle matbaa konusu bilim ve teknolojinin Osmanlıda öyle pek olmadığının en başta gelen delili olarak gösterilegelir.

TARSUS:Elektrikle Aydınlanan İlk Şehir

Elektrikle Aydınlanan İlk Şehir: TARSUS

Günümüzde Mersin’e bağlı bir ilçe olmasına rağmen birçok ilimizden daha büyük bir şehir olan Tarsus, barındırdığı tarihî değerlerin yanında şehircilik alanında birçok uygulamanın ilk olarak hayata geçirildiği yer olmuştur.

Meselâ, Adana Vilâyeti dâhilinde ilk parke kaldırımlar Tarsus sokaklarına döşenmiş, Anadolu’da madenî borularla evlere kadar su isâlesi ilk olarak Tarsus’ta yapılmıştı.

Türkiye’deki ilk elektrik santrali de Tarsus’ta kurulmuş ve ilk şehir elektriği üretimi burada gerçekleştirilmişti...

Tarsus, köklü geçmişi ve kültür bakımından zenginliği ile her dönemde bulunduğu coğrafyanın en önemli şehirlerinden biri olagelmiştir.

Tarsus, Yavuz Sultan Selim devrinde Memluklular üzerine yapılan Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Sahip olduğu limanı ve ticaret yollarının kavşağında yer alan vaziyeti sayesinde, canlı bir ticarî hayatın olduğu Tarsus, bu özelliğini daima korudu.

Tarihin yararlandığı bilimler

1) Arkeoloji:Özellikle yazının olmadığı dönemlerdeki koşullar hakkında bilgi sağlamasıyla tarihçilerin yararlandığı bilimdir.Kaynakwh webhatti.com: Kaynakwh webhatti.com: Tarihin yararlandığı bilimler Tarihin yararlandığı bilimler

2) Antropoloji:Toplumların ırk yapılarını inceler.

3) İktisat:Ekonomik olayların kanunlarını ortaya koyan iktisat bilimi geçmişteki olayların iktisadi sebeplerinin anlaşılması konusunda tarihçilere ışık tutar.

4) Filololojiil bilimidir.Eski kaynakların çevrilmesi ve incelenmesi konularında tarih bilimine yardımcı olur.

MEŞHUR CERRAHLARDAN ZEHRÂVÎ

Endülüs'te doğup, tahsilini yine Endülüs'te yapan Zehrâvî, Emevî halifelerinden Üçüncü Abdurrrahman ve İkinci Hakem'in hususî tabipliklerine kadar yükselmiştir.

Tıbbın bütün dallarında bilhassa Cerrahlık dalında meşhur olmuştur. Onun "et-Tasrîf li men Aceze ani't-Telîf" isimli Arapça tıp ansiklopedisinin otuzuncu bölümü cerrahlıkla ilgili olup, burada bizzat kendisinin îcâdı 200 civarında cerrah âletlerinin resimlerini çizmiştir. Bu eser, Zehrâvî'den sonra gelen tabiplere, bilhassa cerrahlara yegâne kaynak olmuştur.

Zehrâvî'nin gerçekleştirdiği ameliyatlardan bâzıları şunlardır:

- Mesâne taşları ameliyatı,

- Mesâne taşlarının ameliyatsız parçalanıp düşürülmesi,

- Ameliyattan önce, kesilecek bölgenin işaretlenmesi, temizlenmesi, kesme şekilleri, parça alma işlemleri;

- Damar genişlemelerinin cerrâhî tedâvîsi. Büyük damarları birbirine bağlama ameliyatı,

- Kol ve bacak kangrenlerinde dirsek mafsalı veyâ bacak mafsalı üzerinden kesilmesi ameliyatı,

18 MART ZAFERİNİN BİLİNMEYEN YANLARI

1915 yılı 18 Martının perşembe günü. Tarihimizin en azametli zaferinden birisini kazandığımız Çanakkale muharebelerinin ilk perdesini o gün, kapatmıştık.

Bu zaferden 1 ay bir hafta sonra, Çanakkale Boğazı'ndan defedeceğimiz müttefik donanması, bu kez Çanakkale'nin kara savaşlarına başlayacaktır. Onu da kazanacağız. Ama bu, hüzün dolu bir destandır ki, anlatmaya dil varmaz.

Keşke Çanakkale'yi yaşamamış olsa idik öyle ya, Osmanlı, 20 milyon kilometrekarelik bir devlet iken. Peşte'yi Belgrad'ı Bağdat'ı Tunus ve Cezayir'i kaybedebilirdi Ama Çanakkale'yi... İslâm hilafet merkezinin ve devletimizin başşehrinin ikiyüz kilometre ötesindeki Çanakkale'yi..? Bu olmamalı idi. İstanbul'un burnunun dibindeki Çanakkale'yi müdafaa etmek Korunda kalmıştık. Çanakkale'den çok uzaklarda olmalı idik. "Hüzünlü destan" deyişimizin sebebi budur. Demek ki, bitiyorduk.

21.yüzyılın teknolojisi:Biyoteknoloji

21 yüzyılın doğurgan teknolojilerinden biri olan biyoteknoloji alanında, bütün gelişmiş ülkeler büyük yatırımlar yapmakta ve ekonomideki iş gücünü biyoteknolojiye kaydırma yönünde ciddi devlet politikaları geliştirmektedirler. Mesela Almanya, 2000 yılına kadar biyoteknoloji alanında çalışan insan sayısını 110.000’e yükseltmeyi milli bir politika haline getirmiştir. Bu açıdan baktığımızda, biyolojik bilimlerde çalışan ülkemizdeki bilim adamlarının, bu köklü değişikliklere karşı hassasiyetlerinin artırılması ve tabandan tavana doğru gerçekçi bilim politikalarının üretiminin teşviki vazgeçilemez bir mecburiyet halini almıştır. Sağlık, ziraat, gıda ve çevre alanlarında çok önemli değişikliklere sebep olacak olan biyoteknoloji, değişik dallarla münasebeti olan (interdisipliner) bir araştırma alanıdır.

Hücre ve Doku Tutkalı

İnsanoğlu, anne karnındaki gelişimini, yumuşacık biyolojik yastıklar arasında, korunaklı bir yerde tamamlamaktadır. Cenin, annenin rahim duvarına çok hassas şekilde yapıştırılır. Bu tutunmada bir aksama bir bozukluk olsa, bebek anne vücudundan dışarı atılır. Gebeliklerin bir kısmı düşükle (abortus) neticelenebilmektedir. Düşüklerin ve erken doğumların; virüslere, ilâçlara veya genetik faktörlere bağlı birçok sebebi olabilir. Ancak, bebeği anne karnına bağlayan yapıştırıcı fonksiyonundaki fibronektin olmazsa yahut bu proteinin çalışmasında bir problem olursa, düşük ihtimali artar. Fibronektin, binaların tuğlaları arasındaki harç gibidir; canlılar için âdeta vazgeçilmez bir tutkaldır. Bu tutkalın üretilip uygun yere nakledilmesi, girift biyokimyevî hâdiselerle olmaktadır. Tutkal proteinini üretemeyen farelerin yavrularının, anne karnında erken dönemde öldükleri gözlenmiştir. Canlı hücreler için özel yaratılmış bu harika tutkal; bebeği sarmalayan koryon zarı vesilesiyle üretilir.