Ar deko (Art deco)

1925’te Paris’teki Uluslararası Çağdaş Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Sergisi, aşağı yukarı on yıl önce başlayarak resimde, mimarlıkta ve özellikle uygulamalı sanatlarda yaygın hale gelen bir üslubu tanıttı ve ona adını verdi. Böylece artık hepsi aynı anlama gelmek üzere, «1925 üslubu» ndan, «ar deko üslubu» ndan veya kısaca «ar deko»dan söz edilir oldu.

XX. yy’ın başlarındaki sanat akımlarından kaynaklanan ar deko (art deco), Birinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın öldüğünün unutulmaya çalışıldığı «çılgın yıllar»ın havası içinde ortaya çıktı. Paradokslarla dolu bu sanat, kimi zaman geometrik ve yalın biçimleriyle modern bir anlayışı dile getiriyor, ama gelenekten de besleniyor ve seçkin kişilerin beğendikleri lüks bir üslup niteliği taşıyordu. Ar deko, gerçek gelişimini 1920 ile 1930 yılları arasında Fransa’da gösterdi, ama Birinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkışından önce de, 1908 ile 1912 arasında; ilk adımlarını atmıştı ve ar nuvo (art nouveau; yeni sanat) akımına karşı çıkarak onun yerini aldı. Ar deko, başlangıçta tamamen bir süsleme sanatıydı, ama daha sonra kübizmin estetik alanında gerçekleştirdiği kesin ve büyük değişikliklerin etkisinde kaldı. 1930’ların sonuna doğru da yerini, modernizme ve uluslararası üsluba bırakarak yavaş yavaş yitip gitti.


Süsleme geleneğinden soyut dekorasyona.





Ar deko, daha ilk ortaya çıkışında büyük bir başarı elde etti, ama tek başına çalışan sanatçıların ortaya koyduğu bir akım olmaktan kurtulamadı. Bu sanatçılar, kuramlardan kaçınıyor, bildiriler ve programlar yayınlıyorlardı. 1910’da Güz Salonu’nda Deutscher Werkbund (Alman Atölyeleri) tarafından gerçekleştirilmiş eserleri gören Fransız sanatçılar yeni bir üslup yaratmak gerektiğini fark ettiler. Bu üslubun öncüsü, ünlü bir terzi olacaktı. Bu terzi, 1911’de Viyana’ya yaptığı gezi sırasında Koloman Moser ve Joseph Hoffman’ın Wiener Werkstette ‘nin (Viyana Atölyeleri) gerçekleştirdiği eserler karşısında şaşkına dönen ve Diaghilev’in Rus Balesi’ne hayranlık duyan Paul Poiret’ydi ve çok geçmeden efsanevi Doğu’nun renkli dünyasını, modaya ve mefruşat kumaşlarına aktardı.

1911’de mimar ve dekoratör Louis Süe’nin kurduğu Atelier Français ( Atölyesi) de aynı estetik anlayışı benimsemişti. Bu atölyede, André Mare, Roger de La Fresnaye, Paul Véra, Gustave Jaulmes ve André Groult gibi dekoratörler ve ressamlar bir araya gelmişti. Ar nuvonun arabesklerini bir yana bırakmak isteyen bu sanatçılar XV. Louis ve özellikle Louis-Philippe üslubu geleneğine bağlandılar. Paul’ün kardeşi olan ve ar deko savunuculuğunu yapan André Véra, 1912’de şöyle yazıyordu: «çiçek ve meyve sepetleri ve kurdelalar, yeni üslubun en önemli öğeleri olacak». Ama 1919’da Güz Salonu, «düzene çağrı» diye adlandırılan yeni bir üslubu savunmaya başladı. Bu üslubu oluşturan dikaçılı hacimler ve geometrik şekiller, doğrudan doğruya kübizmden, zenci Afrika, Doğu ve Eski Mısır sanatından etkilenmişti.








1925’te açılan Uluslararası Çağdaş Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Sergisi sırasında, kimi zaman birbirleriyle çatışan iki temel eğilim ortaya çıktı. «Çağdaşlar» denilen ve sayıları daha fazla olan sanatçılar, gelenekle bağ kurabilmek için geçmişe açıkça bağlanıyorlardı. En ilgi çeken ve zengin bir koleksiyoncuya ait olan pavyonun dekorasyonunu ve mobilyalarını Jacques Emile Ruhlmann, resimlerini Jean Dupas, lakelerini İsviçreli Jean Dunand, alçak kabartmalarını Antoine Bourdelle ve demir işlerini Edgard Brandt yapmıştı.
«Modernler» diye adlandırılan, sanayinin ve teknolojinin etkisinde kalmış olan ve ayrıca geleceğe dönük bir sanat yaratmak isteyenler arasında ise; Pierre Chareau, Irlandalı Eileen Gray, Pierre Legrain, Francis Jourdain ve özellikle Robert Mallet-Stevens dikkati çekiyordu. Bu sonuncu sanatçının yapmış olduğu turizm pavyonu, çarpıcı asimetrisiyle ilgi çekiyordu ve betonarme kullanımı bakımından, Charles Edouard Jeanneret-Gris’nin (Le Corbusier diye tanınmıştır) Esprit nouveau dergisi için yaptığı pavyon ve Konstantin Stepanoviç Melnikov’un, çeliği camla ve ahşapla kaynaştıran SSCB pavyonu kadar yenilikçi ve atılgan bir üsluba tanıklık ediyordu.
Dekoratör Sanatçılar Birliği’nin yapımına katkıda bulunduğu Fransız Büyükelçiliğinde, Çağdaşlar ve Modernler bir arada çalışmışlardı; Groult büyükelçinin eşinin odasını, Chareau büroyu. Dunand sigara salonunu, Mallet-Stevens da holü düzenlemişti.
Bu sergi, bir lüks estetiğinin son nefesini vermesi olarak görüldü. Aşılmış olan bu sanat, yine de Normandie (1934) gibi transatlantiklerin göz kamaştırıcı dekorasyonunda ve Paris’te düzenlenen Modern Yaşamda Sanatlar ve Teknikler Sergisi’nde (1937) kendini ifade etme imkânını buldu. 1929’da sanatçıların modernist kanadı, Dekoratör Sanatçılar Birliği’nden ayrıldı ve on yıl gecikmeyle De Stijl akımına, konstrüktivizme ve Bauhaus’a ayak uydurdu.





Ar Deko ve toplum
Ar deko’nun yaratıcıları, kitlelere hitap eden eserler ortaya koyan ar nuvonun (yeni sanatın) toplumsal kaygılarından, daha başlangıçta uzaklaşmışlardı. Ruhlmann 1910’da, terzilerden, tiyatro oyuncularından, o yıllarda ünlü olan yazarlardan, bankerlerden ve sanayicilerden oluşan müşterilerine yönelik ve gösterişe dayanan bir sanattan yana olduğunu açıkça söylemişti.
1912’de Parisli terzi Jacques Doucet, XVIII. yy eserlerinden oluşan koleksiyonunu sattı ve Avenue du Bois’daki yeni evinin döşenmesini ve dekorasyonunun yapımını Paul Iribe, Marcel Cord, Poiret, Legrain ve Macar heykelci Joseph Csaky’e verdi. Bu önemden sonra Neuilly-sur-Seine’de Saint-James sokağına taşındı ve Legrain’in önerileri üzerine, «dikiş stüdyosu»nun yapımını ve düzenlenmesini, Chareau, Eileen Gray, heykelci Gustave Miklos, cam işleri ustası Renü Lalique ve halı ressamı Jean Lurçat’ya emanet etti. Doucet’in 1929’da ölümü üzerine Modern Sanatçılar Birliği, standartlaştırmayı ve ortaya konan eserin geniş kitlelerin eline geçebilmesini savunan Deutscher Werkbund’un Alman modelini benimsemiş olmasına rağmen, yaratıcı eserlerini mali açıdan desteklemek için, zengin sanat koruyucuları bulmak durumundaydı.


Resim
Ar dekoya çoğunlukla, resmin «büyük tatili» denmiştir. Gerçekten de ar deko resmi, çağdaşı o bütün büyük akımların (kübizm, fütürizm, dadacılık, Rus konstrüktivizmi, Bauhaus) dışında kalmış ve dekoratif olmaktan öte bir tutkusu yokmuş gibi görünmüştür. Jean Dupas, Tamara de Lempicka ve Gustave Jaulmes, resim çalışmalarını dekorasyonun bir parçası olarak görmüşlerdi. Jean-Gabriel Doumergue, Kes van Dongen, Bernard Boutet de Montvel ve André Dunoyer de Segonzac’ın en fazla tercih ettikleri konu, kadındı. Öte yandan Vogue ve Harper’s Bazaar gibi ünlü dergilerde, Georges Lepape, Romain de Tirtoff (Erté diye tanınır) ve André Edouard Marty gibi illüstrasyon ressamları çalışıyordu.


Heykelcilik





Heykelciler arasında iki eğilim göze çarpıyordu. Bir yandan ticari heykelcilik, spor ve modanın yarattığı çağdaş havayı dile getirmek için klasikten uzaklaşıyordu. Bu alanda, Demêtre Chiparus, altın ve fildişini çeşitli metal alaşımlarıyla birleştiren altınfildişi heykelciliğinin en büyük temsilcisi olarak kendini gösterdi. Bunun tam karşısında, kübizmin büyük ölçüde etkisinde kalan öncü heykelcilik, tıpkı resim gibi, mobilyacılıkla uyum göstermesi gereken bir sanat olarak düşünülüyordu. Bu anlayışın temsilcileri, kadın ve kuş başları yapan Miklos Joseph Csaky ve Mallet-Stevens ile birlikte çalışan Jean Lambert-Rucki ve Jan ve Joel Martel’dir.








Mimarlık









Ar deko, Fransa’da, mobilyacılık ve uygulamalı sanata oranla mimarlığı çok daha az etkiledi. Sadece, 1925 Sergisi için yaratılan ve kısa ömürlü olan mimarlığa ar deko üslubu dendi. Buna karşın 1930’da, uluslararası De Stijl ve Bauhaus akımları, Fransız mimarlarına büyük ölçüde esin kaynağı oldu. Bu mimarlar, toplumsal konutlara öncelik verdiler ve dolaysıyla biçimlerde ve malzemede ekonomik davranmaya yöneldiler. Paris’te Henry Van de Velde ve Perret kardeşler (Au Gustave ve Claude) 1913’te, Champs-Elysées Tiyatrosu’nun yapımını bitirdiler. Bu binanın dekorasyonu, heykelci Bourdelle’e ve Maurice Denis ve Edouard Vuillard gibi ressamlara verilmişti. Michel Roux-Spitz 1925’ten sonra, uluslararası üsluba dayanan apartmanlar; André Lurçat (Jean Lurçat’nın kardeşi) sütunlar üzerinde yükselen ve taraça-damları olan villalar yaptı. 1926’da Henri Sauvage, yardımcısı Frantz Jourdam ile birlikte, Samaritaine’in bazı binalarını metal ve cam malzeme kullanarak inşa etti (Jourdaine, bu büyük mağazanın ar nuvo anlayışıyla ilk yapımını 1906’da gerçekleştirmişti). Mallet-Stevens, 1929’dan itibaren süslere, «köhne kısır ve anlamsız çıkıntılara» karşı çıktı ve Modern Sanatçılar Birliği’nin üyesi olan birçok sanatçı da onun bu görüşünü paylaştı. Stevens, aydınlık yalın ve dikköşeli hacimleriyle ve perdahlanmış malzemelerle dikkati çeken Noailles ailesi villasını Hyères’de gerçekleştirdi.



Art Deco mimarlığının kavramsal içeriği
Ar Deko’nun serüveni
Fransız ar deko, 1940’a kadar varlığını sürdürdüğü ABD’de önemli yankılar buldu. Özellikle, dekoratörlerin çalışmalarıyla büyük canlılık gösterdi. Donald Deskey, Rockefeller için Macassar abanozu, cam ve krom malzeme kullanarak bir yemek odası gerçekleştirdi; Kem Weber, John W. Bissinger için, grimsi yeşil renk metalle süslenen mobilyalarla dekore edilmiş bir yatak odası yaptı; Paul T. Frankl ise, mobilyacılık için gökdelen üslubunu yarattı.
Öte yandan ABD’de, Fransa’da olduğundan daha fazla ar deko’nun etkisinde kalmış olan mimarlık, mobilyacılıktan esinlendi. William Van Allen tarafından 1928 ile 1930 arasında yapılan Chrysler Building, kanatlı figürlerle, fantastik hayvan başlarıyla, alınlıklarla, bronz frizlerle ve pişmiş topraktan kabartmalarla süslenmişti.
1930-1931’de Shreve, Lamb ve Harmon ajansı tarafından gerçekleştirilen Empire State Building ise, dikköşeli biçimler ve ağır başlı süslemelerle dikkati çekiyordu.
Axis 2000