Salim Aydüz

Bir Osmanlı Dâhisi ve Mucidi: Takiyüddin-i Rasıd

İlkokullarımızda Osmanlı tarihine dair en çok vurgulanan menfi konuların başında belki de Osmanlıların bilim ve teknoloji konularında ne kadar geri kaldığıdır. Bunun için de dönüp dolaşılıp “matbaanın ne kadar geç girdiği” hikâyesi araya sıkıştırılır.

Matbaanın geç gelip gelmediği konusu, ayrı bir tartışmanın konusu olarak bir kenarda dursun şimdilik. Ancak matbaanın beklenilen (?) tarihten çok sonra gelmiş olması Osmanlıların bilim ve teknolojide ne kadar geri kaldıklarının en çok göze çarpan göstergesidir. Daha doğru ifadeyle matbaa konusu bilim ve teknolojinin Osmanlıda öyle pek olmadığının en başta gelen delili olarak gösterilegelir.

Bursa, Semerkant, İstanbul, Kâdîzâde Ali Kuşçu, Uluğ Bey ve Yakubov

Osmanlı Beyliği’nin ilk başşehri olan Bursa devletin ilim ve kültür politikasındaki isabetli çalışmalarıyla kısa zaman içinde bir medeniyet merkezi haline gelmiş ve İstanbul’un fethine kadar İslam dünyasının en uç şehri olarak, bu özelliğini devam ettirmiştir. Başlığımızda belki ilk bakışta birbiriyle ilgisi anlaşılamayan şehirler ve şahıslar arasında esasında çok mühim bağlar bulunmaktadır. Söz konusu şehir ve şahıslara değinmeden önce konu ile alakalı bir romandan bahsetmek istiyorum.

İlk Bilim Adamı İbnü'l-Heysem

Merkezi İngiltere’de bulunan “Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı” ile “1001 İcat Grubu”, 2011 yılını İbnü’l-Heysem yılı olarak ilan etti.

İbnü’l-Heysem (ö. 1039-40), tarihi kayıtlara göre 1011 yılında Kahire’de ev hapsine mahkûm edildi. Bu zorunlu ikamet, onun en mühim ve benzersiz ilmî çalışmalarını yapmasına fırsat vermiştir. Öyle ki bu çalışmalar, bilim tarihinde en önemli dönüm noktası olarak kabul edilir.

Bilim tarihi çalışmalarının kurucusu ve 20. yüzyılın önde gelen bilim tarihçilerinden George Sarton, Bilim Tarihi adlı eserinde Heysem için şunları yazar: “…İbnü’l-Heysem, tüm zamanların en büyük Müslüman fizikçisi ve optik dehasıydı. İster İngiliz ister İranlı olsun, bilim insanlarının hepsi bu çeşmeden kana kana içmiştir. Bacon’dan Kepler’e kadar tüm Avrupa düşünce dünyasında muazzam bir etki bırakmıştır…”.

1000 Yıllık Kayıp Mirasımızı Keşfetmek: 1001 İcat

İspanya’dan Japonya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya içerisinde yer alan İslam dünyasının bin beş yüz yıllık medeniyet tarihinin yeterince tanınmıyor olması, son derece esef vericidir. Daha da esef verici olanı ise, bu parlak medeniyete ait icat ve katkıların neler olduğu gerçeklerini, bu medeniyetin dışında olan ilim insanları tarafından ifade edilmesidir. Pek çoğu iyi niyetle yazılmış olan ve medeniyetimize ait ilmî faaliyetleri ifade eden bu eserlerde hatalar ve eksiklikler bulunmaktadır. Ancak son on yıl içinde bu konuda, özellikle İslam dünyasında birçok önemli çalışmanın olduğunu görmek sevindiricidir. Bu çalışmalar arasında hiç şüphesiz öncü rolü oynayanlardan biri 1001 Inventions: Muslim Heritage in our World isimli, bu yazımıza konu olan eserdir.

Paşalar ve Bilim

Bugünkü “General” unvanı Osmanlı Devleti’nde “Paşa” unvanı ile ifade edilmekteydi. Sultan I. Murad (1362-1389) döneminden itibaren Osmanlıların en yüksek askerî ve mülkî unvanı olan paşalık kurumunda çok sayıda kıymetli devlet adamı görev yapmıştır. Sadece II. Meşrutiyetin hemen akabinde 600 kadar paşanın varlığından söz edilmektedir. Cumhuriyet döneminde sadece askerler için kullanılan paşa unvanı, 26 Teşrinisani 1934 tarih ve 2590 sayılı kanunla resmen kaldırılarak yerine halen kullanılmakta olan Batı menşeli general ikame edilmiştir. Bugün hala bazı ülkelerde paşa terimi hala kullanılmaktadır.