Tanzimat Fermanı ve Bazı Gerçekler

3 Kasım günü îlan edilen "Tanzîmat Fermânı"ndan hemen sonra bir "Fermân-ı Âlî"yayınlamış, daha sonra da iki yıl önce Sultan Mahmut döneminde mer'iyete konan 1254 (M. 1838) tarihli ceza kanununu ilgâ eden yeni bir ceza kanunu çıkarılmıştır.

Gülhâne Fermânı'nda da, zeyli gibi çıkarılan Fermân-ı Âlî'de de, Osmanlı Devlet yapısındaki esas mefhumların maksatlı bir şekilde kargaşaya getirilmiş olması enteresandır.

Bu sebeple "yerli bilim adamlarımıza" göre de;

"Tanzîmat, OsmanlıDevleti'nde o zamana kadar hüküm sürmüş olan 'keyfîlik'ten 'hukukî'liğe 'kanunsuzluk'tan 'meşrûiyet'e, 'emniyetsizlik'ten 'emniyet'e geçişi ifade eder." Halbuki meselâ Sultan 4. Mehmed (1648-1687) ile Üsküdarlı Mehmed Ağa arasında, Salacak'ta vakıf malı bir köşkün mülkiyet anlaşmazlığı sebebiyle açılan dâvada kâdı olan Rumeli Kazaskeri Çatalcalı Ali Efendi, dâvalı ve dâvacı iki "Mehmedler"arasında kudretlerine göre tefrik (ayrım) yapmamış ve vakfın mütevellîsi Mehmed Ağa'yı haklı, hem padişah hem halîfe-i müslimîn olan 4. Mehmed'i ise haksız bulmuş ve bu hükmünü mahkeme ilâmıyla kesinleştirmiştir. (Topkapı Sarayı Müzesi, Sinna Paşa ArşiviNo: 104)

Yani o zamana kadar bütün Müslümanlar ve zimmîlerin "can, mal ve nâmus"emniyeti, Hz.Allâh'ın emirlerinin koruması altında, kısacası İslâm hukukunun garantisi altında olduğu herkesçe bilinen ve inanılan bir husustur. Bunu başka türlü göstermeye çalışmak ya gaflet, ya cehâlet, ya da ihânetin eseridir. Zararı ise her hâlükârda bizedir.

Şimdi bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Bazı sosyologların da söylediği gibi, kanunların mâhiyetlerinde, yalnızca hukûki değerleri değil, gelecekteki bir kültürü oluşturma, geçmişteki hâdiselerin izahında tarihî delil olma keyfiyetleri de vardır. Bu açıdan ele alınırsa, Gülhâne Hattı devlet gücüyle millete yeni bir kültürel biçim tezgâhlayan zorlayıcı bir unsurdur. Âdeta iltihabî bir vetirenin (bir inflamasyon safhasının) cerahatli başının olgunlaşıp patlaması vak'asıdır.

Yani Tanzimat öncesi en az bir asır boyunca Osmanlı Devleti'nde yalnızca teknolojik ve askerî alanlarda yapılmakta olan düzenleme operasyonları, neticede birdenbire kültürel alanlara sirâyet ederek mikrop kapıp azıtmış ve çıbana dönüşüp içinden olgunlaşarak Tanzîmat Fermânı'yla patlamıştır.

Üstelik devletin ve halkın kaderi; birbuçuk yüzyıldır memleketin kültürünü yönlendirmeye çalışan acemi doktorların ilaçları, reçeteleri ve tavsiyeleri veya beceriksiz cerrahların gereksiz müdâhaleleriyle baş başa bırakılmıştır.

Bu süre içinde Yeni Osmanlılar, sonra da Jön Türkler bu yaranın derinliğine ve genişliğine büyüyüp müzminleşmesine sebep olacak faâliyetlerden geri durmamışlardır. Böylece Osmanlı Devleti'nin idaresini an'enevî şahsiyetinden çıkararak dışarıdan kumandalı bir duruma getirmeye çalışmışlardır.

Diğer taraftan yüzyıllar boyu birlikte yaşadığımız gayrimüslim tebeanın hürriyet mücâdeleleri yapmaya kışkırtılmalarıyla, Islahat Fermânı, Sultan Abdülaziz'in, Sultan Abdülhamid Hân'ın hâl'i, 1908 yılı hâdiseleri gibi patlamalarla da, bu yaranın iyileşip üzerinin sıhhatli taze dokularla kapanmasına bir türlü imkân verilmemiştir.

Cemil Meriç'in ifâdeleriyle hulâsa edecek olursak;

"Tanzimat, uçuruma açılan bir dehliz.
"Bu tereddîler berhazında düşe kalka ilerleyen kervanın öncüsü ulemâ değil, artık. Üç beş şâir, bir iki gazeteci. Yani bir avuç kalem efendisi. Hepsinin ortak vasfı Batıcılık. Bunun için onlara müstağrib diyoruz. Birer çocuklu ilk müstağribler, şımarık, hayalperest. Mefhumlarla ve müesseselerle oynuyorlardı. Binbir hayalle yelken açtıkları küfür diyarından kanatları kırık, kalbleri mahzun döndüler..."


Konular